İsrâiliyat kaynaklarından hareketle hakkında bilgi edinilen Şît (Ar. Şîs̱, İbr. Şet) Hz. Âdem’in Hâbil’in ölümünden sonra doğan oğludur. İbrânîce Şet isminin “belirlemek, yerleştirmek; bahşetmek” mânasındaki fiille ilişkili olduğu ifade edilmiştir (Tubach, s. 187). Ahd-i Atîk’in Tekvîn kitabına göre (4/25; 5/3) Hâbil’in yerine Âdem’e bahşedilen Şît, Âdem 130 yaşındayken babasına benzeyen bir çocuk olarak doğmuştur. Şît 105 yaşındayken oğlu Enoş dünyaya gelmiş, başka birçok oğlu ve kızı olmuştur. 912 yaşında vefat etmiştir (Tekvîn, 5/6-8). I. Tarihler’de (1/1) kaydedilen soy kütüğünde de Şît’in ismi geçer. Sayılar’da (24/17) Balam’ın kehanetinde Şît oğullarından söz edilir. Bazı erken dönem hıristiyan kutsal metni yorumcuları Tekvîn’deki (6/2) “Tanrı oğulları” ifadesini Şît oğulları ya da Sethianlar, aynı yerdeki “insan kızları”nı ise Kābil soyundan gelen kızlar şeklinde açıklamışlar, Şît oğulları veya Sethianlar’ın Kābil soyundan gelen bu kızlarla evliliklerinden bir dev ırkının (Nefilim) doğduğunu ileri sürmüşlerdir (Tubach, s. 191). Kanonik metinlerin dışında, milâttan önce III. yüzyıl başlarına ait Ben Sira (49/16) gibi apokrif metinlerle milâttan önce II. yüzyıl ortalarına ait Jübileler’de de (4/8, 11) Şît’ten bahsedilir. Jübileler, Şît’in Azura ile evliliğine değinir. Hıristiyan geleneğinde Şît kutsallık ve iyilik karakteriyle özdeşleşmiştir. İnsanlık tarihindeki her iyi kişinin Şît’in, her kötü kişinin Kābil’in zürriyetinden geldiği söylenir (Najman, s. 117). Erken dönem hıristiyan ilâhiyatçılardan İskenderiyeli Cyril, Şît’in hıristiyan ilâhiyatında önemli yeri olan yeniden diriliş öğretisine işaret ettiğini ileri sürer. Augustine ise dünyevî şehir ve ilâhî şehir öğretisi doğrultusunda Kābil oğullarını dünyevî şehrin, Şît oğullarını ilâhî şehrin temsilcileri olarak açıklamıştır. Bununla birlikte bazı erken dönem hıristiyan ilâhiyatçılarının Şît’le ilgili farklı yorumları dikkati çekmektedir. Meselâ İskenderiyeli Didymus, Şît’in inatçı ve bencil bir kişi olan Kābil’in yerine geldiğini, onun için Hâbil kadar mükemmel olmadığını ileri sürmüştür (Benjamin, s. 131). Ortaçağ’da yaşayan putperest Harrânîler’de de Şît’le ilgili çeşitli inanışlara rastlanır. Onlar Şît’in peygamberliğini kabul etmez ve onun ay tanrısına tapınma konusunda babası Âdem’e isyan ettiğine inanırlar (İbn Meymûn, s. 316). Buna rağmen bazı Ortaçağ müslüman ve hıristiyan kaynakları, Harrânîler’in peygamberleri arasında ismine yer verdikleri Agathodaimon’u (Gûsâdîmûn/Agâsâzîmûn) Şît’le özdeşleştirirler (Şehristânî, s. 202, 241; Dımaşkī, s. 34, 44; Ebü’l-Fidâ, s. 14, 148).
Gnostik geleneklerde Şît ve Şît soyundan gelenler önemli yere sahiptir. Milâdî ilk yüzyıllardan itibaren kendilerine Sethianlar ya da Şîtçiler denilen müstakil gruba ait metinlerde Şît kendi soyundan gelen seçilmişlere yönelik bir uyarıcı ve kurtarıcı şeklinde tanımlanır (Rudolph, s. 138). Nag Hammadi literatürü içinde yer alan ve araştırmacılarca Sethianlar’a ait dokümanlar olarak nitelendirilen metinlerde de Şît ile Şît soyundan gelenlere önemli yer verilir. Bu dokümanlardan Âdem’in Vahyi’nde gnostikleri ölümlü hayattan kurtarmak için gönderilen ilâhî elçi Şît’le özdeşleştirilir. Âdem’e vahyedilen gizli ve kutsal öğretinin Şît’e de nakledildiği vurgulanır. Ayrıca kutsal bilgiye sahip olan ve kurtuluşa eren insanlar (gnostikler) “Şît’in nesli” diye tanıtılır. İnsanlığın yaşayacağı iki büyük felâket olan Nûh tûfanı ile üzerlerine ateş, sülfür ve zift yağması şeklindeki felâketten yalnızca Şît neslinin ilâhî güçlerce kurtarılacağına dikkat çekilir (Macrae – Parrot, s. 277-286). Nag Hammadi literatüründe Şît, Mısırlılar İncili’nde ve Şît’in Üç Anıtı’nda da önemli yere sahiptir.
Sâbiî (Manden) geleneğinde Şît’e (Şitil) büyük önem atfedilir. Şît metafizik bir varlık olarak Âdem’in yaratılması esnasında bedene yerleştirilen ruhun korunması için gönderilen ilâhî elçiler arasında sayılır (Ginzā, s. 108 vd.). Ayrıca o Hâbil (Hibil) ve Enüş ile (Anuş) birlikte çeşitli dünya devirlerinde kötü ve karanlık güçlere karşı inananların koruyuculuğunu üstlenmiştir (Buckley, XXVI [1979], s. 185 vd.). İnsan olarak Şît, Sâbiî inançlarına sadık, itaatkâr bir kişidir. Âdem 1000 yaşına geldiği halde dünyadan ayrılmayı reddeder. Ölüm meleği Sauriel ikinci defa geldiğinde Âdem, kendisinin yerine o sırada henüz seksen yaşında bulunan en küçük oğlu Şît’in canını almasını ister. Babasına karşı son derece saygılı olan Şît onun bu isteğini kabul eder. Ölüm meleği Şît’in canını alır, böylece Şît ışık âlemine yükselir (Ginzā, s. 243, 425). Sâbiîler, onun ruhunun ışık âlemine yükselen ruhlar arasında en saf ruh olduğuna inanır ve her Sâbiî ruhunun ışık âlemine yükselirken bu âlemin kapısında bulunan Abatur’un terazisinde Şît’in ruhuyla tartılacağını kabul eder (a.g.e., s. 243, 425 vd.). Ayrıca bu özelliğinden dolayı ruh, hikmet ve kutsal nehir şeklinde görülen Şît’in beden, gözlerin karanlığı ve yeryüzü ile özdeşleştirilen Âdem’den üstün sayıldığına inanırlar (Alf Trisar Şuialia, s. 173).
İslâm literatüründe ise İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre Şît’e Hibetullah adı verilmiş, Cebrâil onun Hâbil karşılığında Tanrı’nın bir bağışı sayıldığını belirtmiştir. Taberî ayrıca Şît isminin Süryânîce olduğunu ve “Tanrı’nın bağışı” anlamına geldiğini kaydeder (Târîḫ, I, 152). İslâmî kaynaklarda Şît’in peygamber olduğu, babası Âdem’e indirilen suhufu topladığı, Allah’ın ona da sayfalar indirdiği rivayet edilir (İbn Kuteybe, s. 22). Taberî, Âdem öldükten sonra Allah’ın Şît’e elli yaprak inzâl ettiğini yazar (Târîḫ, I, 153). Kendisine indirilen suhufta hikmet, kimya, simya, riyâzî ilimler ve bazı sanatlardan bahsedildiği nakledilir. Âdem’in çocukları arasında en güzeli, en faziletlisi, en sevileni ve kendisine en çok benzeyenidir (İbn Kuteybe, s. 20). Bu benzerliğin bir istisnası sakaldır. İslâmî kaynaklarda Âdem’in sakalsız olduğu ve erkekler için sakal geleneğinin Âdem’in çocuklarıyla başladığı kaydedilir. Babası Âdem ona birçok şeyi öğretmiş, gelecekteki tûfan hakkında bilgi vermiş ve onu kendisine vâris kılmıştır. Şît döneminde insanlığın yeryüzüne dağıldığı ve Şît’in 1000 şehir kurduğu rivayet edilir. Şît, Mekke ve Kâbe ile de ilişkilendirilir. Onun Mekke’de yaşadığı, Kâbe’yi çamur ve taş kullanarak inşa ettiği, 912 yaşında vefat ettiğinde Kâbe yakınındaki Ebûkubeys’te defnedildiği anlatılır (Taberî, I, 162). Ancak Şît’e nisbet edilen türbe Suriye’deki Maarretünnu‘mân’dadır. Onunla ilgili nakledilenler arasında Kābil taraftarlarıyla mücadele etmesi dikkat çekicidir. Ayrıca Şît’in Hazura ile evlendiğine ve ondan Yaniş adlı bir oğlu ile Na‘mete adlı bir kızının doğduğu nakledilir (a.g.e., I, 163). Şît’in soyu bu oğlu vasıtasıyla devam etmiştir. Hz. Âdem’in çocukları arasında Hâbil’in zürriyeti olmadığı, Kābil’in zürriyeti de Nûh tûfanında ortadan kalktığı için insanlığın Âdem’den sonraki ikinci atasının Şît kabul edildiği bildirilir. Müslüman âlimler Hz. Peygamber’in soy kütüğü içerisinde Şît’e de yer verirler (İbn İshak, s. 2).
Kaynak:TDV İslam Ansiklopedisi